EDEBİYAT
GÜZEL CÜMLELERİN ARMONİSİDİR / AHMET UYGUR RÖPORTAJI
Bütün
benliği ile edebiyata ve sanata aidiyet besleyen birisi Ahmet Uygur.
Sıkışmışlık, güvensizlik, itaatkarlık gibi kelimelere yer yok hayatında.
Edebiyatı güzel cümlelerin armonisi olarak tanımlıyor. Garipçiler, Garip önsözünde ‘’bu kitap sizi
alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir’’ diye belirtirler. Şüphesiz ki
Ahmet Uygur da öyle. Sizi alışılmış, basmakalıp bütün şeyleri düşünmeye ve
onlardan şüphe duymaya davet ediyor. Yüksek lisansı, buradaki tiplerin hepsi
çok itaatkar ve ben burada barınamam diyerek üçüncü günde bırakmış. Ayrıca
‘’ben merkezci’’ bir genç kuşağın oluşmasının bir ‘’proje’’ neslinin oluşması
ihtimalinden daha iyi olduğunu düşünüyor. Tüm bunların yanında Amerikan
Kolejinde edebiyat öğretmeni. Şimdi,
hep birlikte Ahmet Uygur'u okuyalım!
KENDİNİ ROMAN
KARAKTERLERİNİN YERİNE KOYMAK BAŞKASI GİBİ OLABİLME MOTİVASYONUNU VE ÖZGÜVENİNİ
VERİR!
Bu kadar güzel tanımlamaların içinde, siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Benim
için hayatta tek bir şey söylesinler, öyle süper edebiyatçı vs. gibi şeyler
değil. Ahmet Uygur mu? Kendi gibiydi. O kadar.
Siz edebi bilginiz olsun, hayata
bakışınız olsun özellikle öğrencileriniz ve çevreniz tarafından farklı bulunan,
bizlerin tabiriyle sıra dışı birisiniz. Bunu nasıl başardınız? Böyle olmak mı
istediniz yoksa tüm bu birikimler karşınıza çıkan bir takım şeyler
doğrultusunda kendiliğinden mi gelişti?
Okumak.
Kendimi karakterlerin yerine koyarak, onlardan bir şeyler edinerek okumak. Bu
parçalardan sende ne kadar olursa, bu karışımları içinde ne kadar eritirsen ve
yorumlarsan farklılaşırsın. Bu sana başkası gibi olabilme motivasyonunu ve
özgüvenini verir. İnsanlar okumadığı için ve televizyon dizilerinin de
aptallaştırması ile tek tipleşiyorlar, bunu bir maharet zannediyorlar. Kızları
ve erkekleri görüyorsun. Deli gibi, bak şu şöyle yapıyor hadi bizde öyle
yapalım, saçları böyle kestirelim, böyle giyinelim… Bu ne abi?
Bizim jenerasyon örnek aldığı
kişiliklerin yaşam serüvenlerini dinlemeye bayılırlar. 20 yaşındaki Ahmet Uygur
nasıl bir gençti?
O da
okumaya başladıktan sonra biraz yoldan çıktı ama bizde de popüler kültürün
etkisi vardı. İnsan dediğin şey sürekli değişir ve gelişir. Şimdi şu da bir
gerçek ki, ergen veya genç dediğin zaman akıldan çok hormonlar hakim. Bende
normal bir insan olduğuma göre bende de hormonlar hakimdi. Oradan anla yani
(gülüyor).
Belli bir bilince ulaşmış
insanlar iyi birer okur olabilmek adına çabalıyorlar ve siz sürekli genç kitle
ile bir aradasınız. Bunun için ne yapılmalı ve bu süreç nasıl ilerlemeli ?
Çok net
bir şekilde söylüyorum. MEB’in 100 Temel Eseri var ya hani. Okumayı sevmek
istiyorsan en başta ondan uzak duracaksın, asla bulaşma. Okumaya çağından
başlarsın, çağdaşın olan yazar seninle aynı düşüncededir ve aynı doğrultuda
bakar. Müzikte de böyle değil mi? Beethoven’dan değil Soner Sarıkabadayı’dan başlarsın
(gülüyor) . Problem 40 yaşında hala o adamı dinliyor veya okuyor olabilmektir.
Sana şunu söyleyeyim, bir iki kitabı özümsediğin zaman içindeki kıvılcım başka
bir şeydir. Bir lise öğretmeni gelse ve ‘’benim dört yıl önüme öğrenciler geldi
hiçbir şey yapamadım ama bir tane şair sevdirdim’’ dese bana ve bu şair Ahmet
Haşim olabilir, Cemal Süreya olabilir. Hiç fark etmez, bu adamı alnından öpmek
lazım. Ama ne yazık ki bunu yapan yok.
MEHMET KAPLAN’I BİR
TARİKAT VE MEHMET KAPLANCILARI BU TARİKATIN ÜYELERİ GİBİ GÖRÜYORUM!
Şimdi, edebiyat yorumu elbette ki
subjektiftir. Roman ve hikayelerdeki alegorik yapı değerlendirmeleri hakkında
ne düşünüyorsunuz? Bizim bir romanın içerisinden çıkardığımız yoğun sosyolojik
ve siyasi anlamların hepsi romanın yazılış sürecinde yazarı tarafından
düşünülmüş müdür?
Akademisyenler
bunu bu hale getirdi. Bir adama, edebi bir eserden ne anlaması gerektiğini
söyleyemezsin. Sanat eseri buna ölümüne karşıdır. Sana bir hikaye anlatayım.
Milli Edebiyatçılar Ahmet Haşim’e geldiler ‘’bak ülke kan revan içinde, düşman
gelmiş ve bizim sanatçılar olarak onlara karşı bir şey yapmamız gerekiyor. Bu
topluma milli bir bilinç verelim, sanatımızı kullanalım’’ dediler. Ahmet Haşim
ise onlara, ‘’ben sonsuza bir sanat eseri veriyorum, benim şiirlerim her
zamana. Bu gün şiirinizle ülkenin ateşini söndürmeye çalışırsanız bu ateş
içinde yanar, kül olur. Gerekirse canımızı veririz bu ülke için deyin onlara ama sanatımı asla
kullandırtmam’’ dedi. Buna sanat namusu denir. Bir sanatçıya ne yazdığını ve
yazdıktan sonrada ne anlatmak istediğini soramazsın. Sanat herkesin kafasında
farklı renkte bir çiçek açar. Akademisyenler romanı, öyküyü, şiiri ameliyat
masasına yatırıyorlar bildiğin ve etraf kan revan. Özellikle Mehmet Kaplan’ı
bir tarikat ve Mehmet Kaplancıları da bu tarikatın üyeleri gibi görüyorum.
Bırakın abi, belki de başka biri başka bir şey anlamak istiyordur! Oğuz Atay
herkes kendi hikayesini kendi kafasında yazsın diye alegori yapıyor. Bütün 20.
yüzyıl Postmodernist yaklaşımları, James Joyce’dan başlayıp bizim İkinci
Yenicilere kadar bir propaganda yapmıyorlar ve hakikat budur demiyorlar. Onlar
bir gerçeği çeşitli açılardan ve sembolik olarak anlatıyorlar. Sen ne
anlayacaksan anla diyor, senin zekana hakaret etmiyor yani. Ama bizim
akademisyenler böyle anlayacaksın diyor ve sanata en büyük ihaneti yapıyorlar.
Yani siz edebiyatın bir bilim
dalı olmaması gerektiğini mi söylüyorsunuz ?
Tabi ki edebiyat tarihi ve dilbilim
öğretilebilir ve eskiden beri var olan bir durum. Bizim ülkemizde çok iyi
akademisyenlerde var. Sana bir eserden
ne anlaman gerektiğini söylemiyorlar, sadece senin ağzına bir parmak bal
çalıyorlar ve geri çekiliyorlar, gerisi sende. Mesela Eski Türk Edebiyatında da
böyle fetişistler var. Adam almış Fuzuli’nin bir gazelinin birinci beytini iki
hafta üstünde konuşuyor. Bu resmen gevezelik.
Peki, neden bizim edebiyatımızda
Yahya Kemal ve Tanpınar örneğinden sonra bir ‘’baba katli’’ söz konusu olmadı ?
Neden hep geriden gitmek zorundayız ?
Fark
edilmeyen ancak gürül gürül akan bir edebiyat dünyamız var aslında. Geçen Orhan
Pamuk’a bir televizyon programında kimi okuduğunu sordular. O ise Tanpınar,
Oğuz Atay, Yusuf Atılgan diyor hala. Tamam kardeşim bunu bir milyon kere
söyledin. De ki ben İhsan Oktay Anar, Murat Gülsoy, Saygın Ersin, Murat Menteş,
Emrah Serbes, Hakan Günday okuyorum. Bu adamlar çağdaş, çığır açan, ironi
yaratan romanlar yazıyorlar. Çağdaşın olan yazarı okuyup geriye doğru gidersin.
Önemli olan Tanpınar’dan başlamak değil Tanpınar’a çıkmaktır. Bir de 7. sınıf
öğrencilerine Yaşar Kemal falan okutuyorlar bizim okullarda, yeni doğmuş bebeğe
acılı adana yediriyorlar yani. 7. sınıf
çocuğu nereden anlasın Yaşar Kemal’in köy sorunlarını?
Yorumlar
Yorum Gönder